Bir insanı nedir birey yapan?

Sahi insan nedir ki? Bu soru zor ama yaşadığımız gerçek dünyadan yola çıkarak bir aksiyomla başlamak en iyisi. Sonuçta her şey bir aksiyomdan hareketle şekillenmez mi…

İnsan bir varlıktır.

Bir insanın varlığını sürdürebilmesi için dışarıya yönelmesi ve etkileşime geçmesi şarttır. Hayır insan dışarıya yönelmeden de varlığını sürdürebilir diye düşünebilirsiniz ilk bakışta. Ama yapılan deneylerde de tespit edildiği üzere insan hayatta kalabilmek adına bakıma ve ilgiye köle bir varlıktır; özellikle bebeklik ve çocukluk döneminde (Örnek: II. Frederick Bebek Deneyi). Ve insan bu gezegende taşın, bitkilerin ve hayvanların aksine en çok bakıma ve ilgiye ihtiyacı olan canlıdır. Peki bunun birey olmakla ilgisi ne diye düşünebilirsiniz. Şimdi konuyu daha iyi çözümleyebilmek adına basit bir örneği gözümüzde canlandıralım.

Vahşi bir ada. 100 tane avcı toplayıcı insan. İnsanları yiyen ve insanların yediği hayvanlar, zararlı ve zararsız bitkiler. Erkekler, kadınlar ve çocuklar. Düzensiz ve sağlıksız beslenmeden dolayı ortalama insan ömrü 35 – 40 yıl. Adada yine bir akşam yemeği buluşması. Bu buluşmaya kim yemek getirirse gücünü ortaya koyuyor ve herkes ona hayranlık duyuyor. Bu arada çocuklar sürekli hikayeleri dinleyip aynı o güçlü avcılar gibi olmak istiyor. Bu çocukların daha deneyimli arkadaşları, anneleri ve babaları onlara ‘Bu adada hayatta kalmak zor ondan sen de bir an önce avlanma tekniklerini ve kas gücünü geliştir’ diyor. Neyse aylar yıllar hatta yüzyıllar geçiyor ve hem bedenlerde hem de beyinde evrim o yönde gelişiyor…

Peki bugün insanlığın geldiği noktaya yani modern dünyaya dönelim. Biraz üstüne düşündüğümüzde göreceğimiz şey şudur ki güç sadece form değiştirmiştir. Adadaki kas ve avlanma gücünün bugünkü modern dünyada formları nedir? Statü mü? Para mı? Daha fazla maddeye sahip olmak mı? Sosyal medya paylaşımları mı? Entelektüel zeka mı? Yoksa boş zaman mı? Veya hepsinden biraz biraz farklı kombinasyonlar mı? Cevabı bulduk diyelim ama burada duracak mıyız hayır. Anlamamız gereken kök sebep şudur: Adadaki insanlar ya da bugünkü modern dünyadaki insanlar seçimlerini neye göre yapmaktadır? Anlatılan hikayelere göre mi ? Ailesinden ve çevresinden öğrendikleri şeylere göre mi ? Yoksa bir birey olarak inandıkları farklı kombinasyonlara göre mi? Peki milyonlarca yıllık neslin yaptığı seçimlerin bugünkü modern dünyanın insanında etkisi olmaz olur mu ? (Avcı toplayıcı iki ayak üstünde duran insanların en az 4 milyon yıl yaşadığını; tarım devriminin bundan sadece 10.000 yıl; sanayi devriminin ise sadece 300 yıl önce başladığını hatırlatmak isterim). Bu milyonlarca yıllık seçimlerin bize getirmiş olduğu güzellikler olduğu gibi sıkıntılar da var hiç şüphesiz. Konuyu fazla uzatmadan ikisine de birer örnek vereceğim. Önce sıkıntıdan bahsedelim. Modern insanın sıkıntılarından biri şudur: Vahşi varlığın modern ve toplumsal varlığa dönüşmesinden sonra oluşan sıkışmışlık yükü. Bir tarafta arzuları/istekleri olan; diğer tarafta toplumsal anlaşmalara uymak zorunda olan bir  varlık. Bu binlerce yıllık seçimlerin getirdiği güzellik ise şudur: Hayatta kalmaktan ziyade hayattan keyif almayı amaçlayabilen, düşünebilen ve en önemlisi birey olma potansiyeli olan bir varlıktır modern dünyanın insanı. İşte şimdi yavaş yavaş konunun özüne doğru geliyoruz. Bugün modern dünyadaki bir insanın birey olmasının özü nedir diye sorarsanız ben şunu söylerim: Sahip olduğu güzel ve sıkıntı dolu varlığı kullanıp hayattan keyif almaktır. Bu varlığı kullanmak demekse aktif olarak yani bir birey olarak seçim yapmaktır.

Ama maalesef konu bu kadar basit değil. Tüm gerçekliğiyle konuyu ele almak gerekirse şunlara değinmemiz gerekir… İnsan ilgiye, bakıma ve eğitilmeye mahkum olduğu çocukluk ve gençlik döneminden sonra 18 yaşına geldiğinde bir sabah tüm ipleri eline geçirip ‘Ben artık bir bireyim. Siz değil benim ben hayatımın öznesi. Benim her şeyin efendisi’ derse ne kadar gerçekçi bir yaklaşım olur ki. 18 yaşındaki bir insanın maalesef şekil almış bir beyni bulunmaktadır. Bir birey olarak seçim yapmak için öncelikle bu şekil almış beynin sorgulanması ve gerektiği yerlerde zamanla güncellenmesi hatta bazen yıkılması ve yeniden yeni ağlarla kurulması gerekir.

İnsan hayatı boyunca hem özne hem de nesne olmaya mahkum bir varlıktır. İnsan hem zihnini hem de duyularını kullanmaya da mahkumdur (Zihninde bir an olsun bir sinyal oluşmayan veya dış dünyanın etkilerine maruz kalmayan normal bir canlı gösterin bana). Ve binlerce yıllık seçim sonucunda oluşan beyin şeklinden dolayı, modern insan hem beyin kabuğu hem de hayvansal beyni olan bir varlıktır (Konuyu dağıtmamak için detaylarına girmiyorum, şimdilik bu ölçekte büyüteç yeter).

Yazıya ‘Bir insanı nedir birey yapan?’ sorusuyla başlamıştım şimdi yine oraya dönelim. İşte bir insanı birey yapan şey, farklı mekanlarda ve farklı zamanda bu mahkum olduğu parametreler arasında konumlandığı yeridir. Burada kesin bir hakikattan mı bahsedeceğiz. Yani bir insanın birey olabilmesi için kesinlikle daha çok özne olması lazım veya bir insanın en çok beyin kabuğunu kullanması lazım gibi kesin cümleler mi kuracağız. Tabi ki hayır. Ama birey olabilmek için; bu güzel ve sıkıntılı varlığı iyi kullanabilmek için işin özünü iyi anlamak gerekir. Birey olmak demek akan zaman ve mekanda  hangi noktadan seçimlerini yapıp hangi yöne doğru aktığın demektir. Hem kendini hem de dünyayı sürekli gözlemleyip kendi altın oranını oluşturmak demektir. Bu noktada tasarladığım ‘Seçimde Altın Oran’ modelini paylaşıp yavaş yavaş yazıya son vereceğim (Bu arada bundan yaklaşık 2.500 yıl önce yaşamış olan ve Altın Oran kavramını geliştiren Aristoteles’e ve günümüze kadar yaşamış olan tüm o insanlara bu biriken güzel hazine için teşekkürler).

Bu modelle ilgili değinmek istediğim şey şudur: Farklı insanların veya tek bir insanın farklı zamanlarda ve farklı mekanlarda kullandığı altın oranın hangi tarafa daha yakın olduğu değişebilir. Seçimlerin faydasını belirleyen şey ise sürekli değişimin olduğu bu dünyada kendi konumunu da değiştirebilmektir. Burada tabi farklı bir nokta daha ortaya çıkıyor. İnsanın toplumsal bir varlık olduğu yerde yani toplumun olduğu yerde herkesin özgürce ve iyi yaşamasını sağlayabilecek düzenin oluşması için değişmeyen bir hakikat gerekiyor olabilir, hukuk gibi. Yine dünyayı, nesneleri ve insanı daha iyi anlayabilmek ve  hatta bazen hükmedebilmek için farklı gerçeklik kabulleri gerekebilir, bilim gibi… Neyse burası uzun ve farklı bir konu. Ondan dolayı bu konuyu başka bir yazıda ele alacağım.

Güzel ve sıkıntılı varlığımıza…

Arkadaşlarınla Paylaş...
Erdi Günay Dusunce